27 Aralık 2013 Cuma

TASAVVUF


   Tasavvuf, islam tarihinde ortaya çıktığı günden beri hiç gündemden düşmemiş, kıyamete kadar da düşmeyecektir. Çünkü tasavvufun konusu insandır, insan terbiyesidir. İnsan var olduğu müddetçe tasavvuf da var olacaktır.

  Tasavvuf, kelime olarak kur
an ve sünnette geçmez. Ama içerik olarak tamamen kuran ve sünnet esasları üzerine kurulmuştur.

  Bu hâliyle tasavvuf yeni bir din değildir. O sadece dinin yeni bir üslup içinde sunulmasından ve özel bir usul içinde yaşanmasından ibarettir.

  Gavs-ı sani k.s. Hazretleri buyurmuştur.

  Tasavvuf terbiyesi, allah ve rasulünün (s.a.v) öğrettiği edep üzere kurulmuş manevi bir ahlak eğitim sistemidir. Bu sistemin hedefi, takva ve edeple allahu teâlâ
nın rızasına ulaşmış olgun insan yetiştirmektir.

  Tasavvuf, islam dininin en kıymetli ilimlerinden ihsan ilmini öğretir, ihsan hâlini ele geçirmeyi hedefler, dinin hizmetçiliğini yapar. İhsan, kalbin gafletten uyanması, ilahi nur ve sevgi ile yıkanması, bütün günah çeşitlerinden arınması ve yüce allah ile huzur bulmasıdır. Kısaca ihsan yüce allah
ın dostu olmaktır. Tasavvuf nedir? sorusunu, islama girmeyen, kuran ve sünnet ilmini gereği gibi bilmeyenlere sormak yanlış olur.

   Bu soruyu islam’ı, temel esaslarından öğrenip tasavvuf yolunu imar eden mimarlara sormak gerekir. Çünkü tasavvuf ayrı bir din değil, islam’ın içinde bir anlayıştır. Bu yüzden tasavvufun mimarları onu binlerce değişik açıdan tanıtmışlar ve tarif etmişlerdir.

  Bu tarifler, imam sühreverdî
nin (632/1234) tespitine göre bini geçmekte, sufi âlim zerrukun (899/1493) ifadesiyle de iki bine ulaşmaktadır. Bütün bunlarla anlatılmak istenen şudur:tasavvuf güzel ahlaktan ibarettir. Güzel ahlak, allahu teâlânın edebi ile edeplenmektir. Bu, içi ve dışıyla allah adamı olmak demektir. Bu güzelliği elde etmenin yolu, samimiyetle allahın sevgilisi hz. Muhammede (s.a.v) uymaktır. Ona uyan yüce allaha dost olur. Allaha dost olan kimse, dünya ve ahiretin şerefini bulur, ebediyyen kurtulur. Bu sonuç her insan için en büyük hedeftir.

   Bu dostluğun ve güzel kulluğun merkezi ise kalptir. Onun için işe kalbin manevi terbiyesinden başlamak gerekir. Zira insanı, güzel kulluk gibi büyük bir davaya hazırlamak en mühim görevdir. Bu önemli görev her mümini yakından ilgilendirir....

MESNEVİDE DÜNYA

Dünyâ nedir? Hak’tan gâfil olmaktır.
Ârifler, dünyayı Allah’tan gâfil olmaya götüren her şey olarak târif etmişlerdir. Hak’tan gâfil olansa, güneş karşısında gözlerinin üzerine parmaklarını kapatmış kimseye benzer. O kimse parmaklarını kaldırmadan hiçbir şey göremez, hiçbir hakikatin farkına varamaz. Ancak gaflet parmağını gözünden çekebilenler, ilâhî kudret akışlarına nazar kesilir, ilâhî saltanat ve azameti seyrederek irfân ile dolarlar.
Kimde bir güzellik varsa, bilsin ki ödünçtür.
Hayatta bize verilen her şey, ölümün kapısında elimizden tamamen alınmaktadır. Mal, mülk, güzellik, zindelik, her şey. O hâlde bu imtihan dünyasında her neye sahipsek bunların hepsi, ilâhî mahkemede hesabı bizden istenecek birer emanetten ibarettir. Dolayısıyla sahip olduklarımız, bizi; «Benim, benim!» hırsına sürükleyerek ebedî âlemimizi helâke sebebiyet vermemelidir. Dünya nîmetlerinin adeta bir devremülk olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız.
Dünya mıknatıs gibidir, bütün samanları çeker; ancak özlü buğday, onun çekişinden kurtulur.
Her şeyin tesir kuvveti, o şeyin vasfına sahip veya yakın olanlar üzerinde gerçekleşir. Meselâ gönlü sefaletlere meyilli değersiz kimseyi bu dünya kolayca kendisine râm eder. Ama ulvîliklere yücelen bir gönle tesiri erişmez. Bir leş, ancak köpeğin iştahını çeker, esir eder, bülbülü ise aslâ…
Dünyanın nefse hoş gelen ve dünyevî arzuları okşayan pek çok oyuncakları vardır. Onlara kanarak ebedî olan yurdun saadetini kazanmaktan geri kalmak ne büyük bir aldanıştır.
Allâh’ın (bu imtihan âlemindeki) tuzağı, dünya malıdır; dünya malı bizi sarhoş eder, aldatır. Dünyaya gönül verenlerin can gözü, bu yüzden kördür. Çünkü onlar balçıktaki acı ve tuzlu suyu içerler.
İnsan ihtiyaçlarının esiridir. Bu bakımdan olgun olmayan gönülleri dünya malı kolayca esareti altına alır. Ancak ihtiyacı asıl gideren dünya malı değil, Cenâb-ı Hak’tır. Dünya malı ile sarhoş olup da bu gerçeği göremeyenler, ebedî bir âmâlığa dûçâr olurlar. Allah Teâlâ buyurur:
“O zaman: «Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim» der.” (Tâhâ, 125)
Bu âmâların durumu ebedî bir mahrumiyettir. Böyle bir hâle düşmemek için dünya hayatında iken bütün hâcetlerin yegâne kapısını iyi bilmek ve o kapının eşiğine teslim olmak zarûrîdir. O kapı da Allâh’a teslimiyet ve infak kapısıdır. Aksi hâlde âyette buyrulduğu gibi dünya malı yerinde kullanılmazsa, ihtiyaçlarımızı gideren bir nimet değil, bizi ebedî ihtiyaç içinde bırakacak bir fitne ve âfete dönüşür.

GÜNÜN AYETİ VE HADİSİ


Oysa onlar (kendilerini tümüyle Allah'a ve İslam'a teslim etmeyenler) bir ticaret ya da bir eğlence gördükleri zaman, (hemen) ona sökün ettiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: "Allah'ın Katında bulunan, eğlenceden ve ticaretten daha hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır."                                                                (Cum'a Suresi / 11 )

Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Hemen herkes dünyadan susuz çıkar. Ancak `Rahman, Rahim Allah adı ile' diyenler hariç."

 

26 Aralık 2013 Perşembe

MESNEVİDE İNSANIN HAKİKATİ


İnsan bir ormana benzer. Nasıl ki ormanda binlerce domuz, kurt, temiz ve pis huylu hayvan varsa, insanda da her türlü güzellik ve çirkinlik vardır.

İnsanoğlu menfî ve müsbet/olumlu ve olumsuz bütün vasıflarla donatılmıştır. Çünkü dünya imtihanı bunu gerektirmektedir. Ancak bu imtihanı kazanmak için insan kendindeki menfîlikleri yenmeli ve müsbet/olumlu özellikleri tecellî ettirmelidir. Cenâb-ı Hak buyurur:

“… Nef­se ve ona bir­ta­kım kâ­bi­li­yet­ler ve­rip de iyi­lik ve kö­tü­lük­le­ri­ni il­hâm ede­ne ye­min ede­rim ki, nef­si­ni kö­tü­lük­ler­den arın­dı­ran (tez­ki­ye eden) kur­tu­lu­şa er­miş, onu kö­tü­lük­le­re gö­men de zi­yân et­miş­tir.” (eş-Şems, 7-10)

Bu da kendini doğru bir şekilde tanımaktan geçer. İçindeki nefs yılanını göremeyen, ona karşı tedbir alamaz ve onun zehrine kurban gider. Bu sebeple «Kendini tanıyan Rabbini tanır.» (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 361) buyrulmuştur.

Yüzün renginde, gönül hâlinden bir nişan vardır.

Hiç kimse hislerini hakkıyla saklamaya muktedir olamaz. Gönlündeki hislerin, bilhassa yüzünde mutlaka bir nişânesi bulunur ki, firâset ehlinin gözünden kaçmaz. Gören gözler için bütün çehreler, iç âlemlerin vitrinidir.

İnsana, kimse gözü gibi lalalık edemez.

İnsanın kendi gözü pürüzsüz bir ayna gibidir. Kendisine aksedenleri olduğu gibi akla ve gönle iletir. Bu mânâda eğer doğru kullanılırsa sadık ve güçlü bir eğitici vasfındadır. Bazen bir tek nazar, binlerce cilt kitaba bedel olur. Mesele gözdeki basar kuvvetini basîret ile takviye edebilmektir. Hâsılı beşerî faaliyetleri gerçekleştirmenin en önemli şartlarından biri de nûr-i basar, yani görme kabiliyetidir. Öğrenme ve yetişmenin bir şartı da görmek olduğundan, göz, her insan için en iyi bir lala demektir.

Sen, anılması güzel olan bir söz ol. Çünkü insan, kendi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir.

Eskiler, “Eşek ölür semeri kalır; yiğit ölür hüneri kalır.” demişlerdir. Esaslı insan, arkasından hayırla yâd edilmeye vesile olacak amel-i sâlihlere sahip olandır. Bu noktada insanlığın âbideleri olan Hak dostları en güzel örnektir. Onlar ömür boyu güzel bir söz misâli olgun yaşamışlar ve böylece gönüllerde ölümsüzleşmişlerdir.

 

MESNEVİDE GÜNAH VE TÖVBE


İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.

Affın tezâhürü gözlerdeki şebnemlerdir.

Allah korkusuyla dökülen sıcak gözyaşı, ruhu temizlemekte iksir gibidir. Mânevî bir arınma için ondan daha müessir başka bir vâsıta yoktur. Zira samîmî bir gözyaşı damlası, her zaman rahmet-i ilâhiyyeyi tuğyân ettiren en kuvvetli bir müessirdir. Bu hususta Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır k:

“Allâh korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikçe cehenneme girmez.” (Tirmizî, Zühd, 9)

Mevlânâ Hazretleri, gözyaşını şöyle tasvir eder:

“Mum, ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hâl alır. Ağaç dalı da, ağlayan bulutun bereketi ve güneşin harâretiyle yeşerir, tazelenir. Yâni bir meyvenin yetişmesi için harâret ve su gerekir.”

“Tıpkı bunlar gibi, tevbelerin kabulü için de bulut ve şimşek, yâni gözyaşı ve gönül yanışı ister.”

“Şâyet gönül şimşeği çakmaz da göz bulutu yağmur yağdırmazsa, nefsin öfke ateşi ve günah alevleri nasıl söner? Vuslatın feyzi, yâni ilâhî tecellî nûrunun parlaklığı gönülde nasıl belirir? Mânâ menbâları nasıl coşup akar? Yağmurlar yağmasa gül bahçesi, yeşilliğe nasıl sır söyleyecek? Menekşe yaseminle nasıl ahidleşecek?”

“Tabiatı bırak da hıçkıra hıçkıra ağlasın. Bu topraklar, sudan ayrılınca çoraklaşır. Irmaklardan, derelerden ayrı kalan, uzak düşen sular da sararır, kokar, bulanır, kapkara olur.”

“Cennet gibi yemyeşil olan bağlar, bahçeler sulardan ayrı düşünce, sararır, solar, yaprakları kurur, dökülür, bir hastalık yurdu olur. (İnsan da böyledir…)”

25 Aralık 2013 Çarşamba

GÜNÜN AYETİ VE HADİSİ (25.12.2013)


“Gerçek şu ki, iman edenler ve Rablerine tevekkül edenler üzerinde onun (şeytanın) hiçbir zorlayıcı-gücü yoktur. Onun zorlayıcı-gücü ancak onu veli edinenlerle, onunla O’na (Allah’a) ortak koşanlar üzerindedir.”

(Nahl Suresi, 99-100)

 

Resulullah (SAV) Efendimiz şöyle buyurdu:

"Yüceliğine yüce, mübarekliğine mübarek Allah, dünya semasına nüzul tecellisi eyler ve buyurur:

Yok mu tevbe eden?... Ki, onun tevbesini kabul edeyim.

-Hani duacı?... Ki, onun duasına icabet edeyim.

-Bağış talebinde bulunan yok mu?... Ki, onu da bağışlayayım”

 

MESNEVİDE KİBİR


   “Benliğe kapılıp Hz. Adem’e secde etmediği için şeytan , Allah’ın huzurundan kovuldu.Cenab-ı Hak’kın ona ‘Defol git,insanlardan sana uyanları haram yollara düşür. Atlı ve yaya yardımcılarınla onları şaşırt,ama benim gerçek kullarımı kandırmaya gücün yetmez.’ Diye buyurması .”

    Ey Hak aşığı,sen din yolunda ,insanlık yolunda ilerlemek isteyince şeytan içinden seslenir sana ‘Ey yolunu şaşırmış kişi ,Düşün aklını başına al da dünya nimetlerinden kendini mahrum etme ,o çok zahmetli ve sıkıntılı ibadet yollarına düşme,hayatını kendine zehir etme.Din yolunda ilerlersen hastalıklara ,fakirliğe esir olursun ,dostlarından ayrı düşer,hor  hakir hale gelirsin .Sonunda din yolunda yürüdüğün için pişman olursun.’”

  Ey derviş !Sen de o melun şeytanın sesinden korkar tam inancı,gerçek imanı bırakır,sapıklık yoluna düşersin.”Daha gencim,yarını var,öbür günü var”. Diye düşünürsün.”Önümüzde daha uzun yıllar var ,o zaman içinde din yolunu tutarım.” Sen bu feryatları duyunca ,can korkusuna kapılır da tekrar din yoluna düşersin,dine sarılırsın bir zaman kendini Allah adamı yaparsın” Bir daha ayağımı din yolundan,insanlık yolundan çekmeyeyim “diye velilerin eserlerinden yararlanırsın bilgiden,hikmetten,manevi silahlar kuşanırsın.

   Şeytan sana tekrar hile ile seslenir de der ki:’Yokluk ,yoksulluk kılıcından kork ,bu yoldan geri dön!’.Şeytanın bağırışlarının heybeti,halkın ayağını bağlamış,boğazını sıkmıştır.Melun şeytanın sesinin korkusu ,heybeti bu kadar tesirli olursa ,ilahi sesin heybeti nasıl olur ?

  Kibir Allah’ın şeytana layık gördüğü ,nedense kibir daima şeytanla birleştiriliyor. Yüzlerce sene meleklere öğretmenlik ettiği halde bir kamil insan olan Hz. Adem'e secde etmemekle makamından düşen şeytana  sesleniyor Allah .Hatta düşünün Hz. Ömer’le şeytan arasında da bu tür bir hikaye vardır. Şeytanı bile küçük gördüğünüz zaman felaket olduğunu anlatır. “Hz. Ömer şeytanı görür yakalar ,der ki ey şeytan seni yakaladım ,şimdi hemen herkese maskara edeceğim seni .Onun üzerine şeytan der ki ‘utanmıyor musun ? Ben yüzlerce sene meleklere öğretmenlik ettim de bir insan-ı kamile secde etmedim ,diye makamımdan düştüm.Sen şurada iki gün önceye kadar kız çocuğunu gömen bir putperestten başka bir şey değildin.Neyine güveniyorsun?’.İşte o zaman Hz. Ömer yerlere kapanır ve affet beni Allah’ım diye yalvarır. Öyleyse neyimize güveneceğiz ?.Kusur bizde ,suç bizde. Neyimize güvenip Allah sevgililerine hürmet etmekten el çekiyoruz.Kibrin en fecisi Allah'ın sevgisine hürmetsizliktir. Bütün peygamber hikayeleri ,peygamberlere hürmetsizlik edenlerin başına gelen hadiseleri anlatır.Şeytanın vazgeçmeden Hz. Adem’e secde etmeyişi ,kendini üstün görüşü,soyunun sopunun yüzünden ,kendisinin ateş olduğunu,Hz. Adem’in toprak olduğunu izah edişi ne kadar yanlıştır. Hatta Hz. Musa’ya yalvarır şeytan Allah beni  affetsin diye ,Hz. Musa’da gider Allah’a ne olur Allah’ım şeytanı affet ,artık çok özür diliyor ,deyince Allah Hz. Adem’in mezarında secde etsin ,onu affedeyim,der. Hz.Musa bunu şeytana söylediğinde şeytan güler ,dirisine secde etmedim ;ölüsüne hiç secde eder miyim ?İşte kibir insanı bu kadar mahveder.
AŞKTAN DİNLE
 

 

24 Aralık 2013 Salı

MESNEVİDE RIZIK


Bu âlemde binlerce canlı, sıkıntısız hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir.

Üveyk kuşu, geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde, ağaçta Hakk’a şükreder.

Bülbül “Ey duaya icabet eden Mevlâ! Rızık hususunda i’timadımız sana” diye hamd eyler.

Böylece sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Hakk’ın ailesidir; Hak da ne güzel aile reisi!

Rızık yiyen boğaz kesildi mi “Onlar Rab’lerinden rızıklanır, ferahlar” nimeti hazmedilir.

Gönlüne geçim kaygısını az koy! Sen kapıda oldukça rızkın da azalmaz.

“Rızkınız gökyüzündedir” âyetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın?

Kendinize gelin; O’ndan isteyin, başkasından değil; suyu denizde arayın, kuru derede değil!

Açlık korkusunda, bu titreyiş de nedir? Allah’a dayanmakla tok yaşanabilir pekalâ!

Doğan, rızkını padişahın elinden umduğu için bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir.


       HİKAYE

Dünyada yemyeşil bir ada vardı; orada da yalnız başına obur bir öküz yaşardı.

Akşama kadar bütün ovada otlar, doyar; semirip şişerdi.

Gece olunca “yarın ne yiyeceğim” diye düşünceye dalar, bu düşünce onu dertlendirirdi...

Sabah olunca ova yine yeşermiştir. Yeşillik, çayır, çimen, ta bele kadar büyümüştür.

Öküz, öküz açlığına tutulmuştu; akşama kadar tekrar bütün ovada baştan başa otlar, bitirirdi.

Derken akşam oldu mu tekrar açlık korkusuna düşer; bu korkuyla titremeye başlar, yine korkusundan zayıflardı.

“Yarın yayım zamanı ne yiyeceğim, ne edeceğim?” diye düşünür dururdu. Yıllardır, o öküz bu haldeydi işte.

“Bunca yıldır bu yeşilliği otlar, bu çimenlikte yayılırım.

Hiçbir gün rızkım azalmadı. Bu korku nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir?” diye düşünmez bile.

İşte nefis, o “öküz”dür, yeşil ova da “dünya”. Nefis ekmek korkusu ile daima zayıflar durur.

Sen nasıl rızka düşkün bir âşıksan, rızık da sahibine öyle düşkün bir âşıktır.

Dilesen de dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır.

 

GÜNÜN AYETİ VE HADİSİ (24.12.2013)



Çocuklarınız konusunda Allah, erkeğe iki dişinin hissesi kadar tavsiye eder. Eğer onlar ikiden çok kadın ise (ölünün) geride bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Kadın (veya kız) bir tek ise, bu durumda yarısı onundur. (Ölenin) Bir çocuğu varsa, geriye bıraktığından anne ve babadan her biri için altıda bir, çocuğu olmayıp da anne ve baba ona mirasçıise, bu durumda annesi için üçte bir vardır. Onun kardeşleri varsa o zaman annesi için altıda bir'dir. (Ancak bu hükümler, ölenin) Ettiği vasiyet veya (varsa) borcun düşülmesinden sonradır. Babalarınız, oğullarınız, siz onların hangilerinin yarar bakımından size daha yakın olduğunu bilmezsiniz. (Bunlar) Allah'tan bir farzdır. Şüphesiz Allah, bilendir, hüküm ve hikmet sahibi olandır.

                                                                                                          (Nisa Suresi /11)

Ebu Said el-Hudri radiyallahu anhumaşöyle dedi:

Nebi sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

Allah’ın yolunda cihad eden kimse, Allah’ın garantisi altındadır. Allah, ya onu mağfiretine ve rahmetine katar veya onu sevab ve ganimetle geri döndürür. Allah’ın yolunda cihad eden kimsenin misali, (Mücahid evine) dönünceye kadar gevşeklik etmeksizin (gündüzleri) oruç tutan ve (geceleri) namaz kılan kimsenin durumu gibidir.”


 

23 Aralık 2013 Pazartesi

MESNEVİDE GÜZEL AHLAK


Bir gönül eğitimcisi ,arayış içindeki ruhlara şifa olan Mevlana;insanlara sevgiyi, aşkı anlatırken ,örnek insan olmayı da öğretir. Güzel ahlak sahibi ve gönül alemi zengin fertlerden oluşan toplumun mutlu ve huzurlu olacağı ; eğitimle kötü huylardan arınmanın ,yüksek ahlaki değerler kazanmanın mümkün olduğu düşüncesindedir. "Din, nasihattir." Ve "İslam, güzel ahlak dinidir." hadislerinden yola çıkarak eserlerini birer öğütler manzumesi şeklinde insanlığın hizmetine sunmuştur.Mesnevi'de farklı konulara örnek olarak anlattığı her hikayeden ahlaki öğütler çıkarmak mümkündür. Güzel huyların insana kazandıracağı değeri, diğer yandan kötü huyların da insandan alıp götürdüklerini hemen her fırsatta dile getirir. Ancak ahlaki güzelliğin, ya da onun diliyle edebin gösterişte kalmaması,gönülde yerleşmesi şarttır.

    Bunun için hırs, kıskançlık , kibir, yalan, iki yüzlülük, gıybet gibi kötü huylar terk edilmelidir.

Zira hırs insanın temiz bir göz, akıl ve kulak edinmesine manidir; kalbi körleştirir.

    Kıskançlık; bütün kusurların mayası, en kötü huydur.

    Gıybet, insan eti yemeğe benzer, başkalarının arkasından dedikodu yapanların ağız kokusunu Cenab-ı Hak'tan gizlemek imkansızdır.

    Kibir, daha önceden melek olan şeytanın lanetlenmesine sebep olmuş, ebediyen aftan

mahrum kalmıştır.

    Mal düşkünlüğü, insanın boğazına takılan bir çöp gibidir. Dünya sevgisi ve mal hırsıyla dolu olanların boğazındaki bu çöp ebedi saadetin kaynağı olan ab-ı hayatı içmeye engeldir.

    Bir toplumda rüşvet yaygın hale gelirse, adalet mekanizması felç olur, zalimle mazlum

birbirinden ayrılamaz.

    İsraf kötüdür, en büyük israf ise insanın zamanını kötü harcamasıdır.

    İnsan öncelikle kendi kusurlarını düzeltmeye çalışmalı, başkalarının ayıbını görmemelidir.

   Başkasında kusur arayanlar, kınadıkları hale mutlaka kendileri de düşerler.

   Yalancıların yeminine inanılmaz, doğruların ise yemine ihtiyacı yoktur.

   Çünkü yalan gönüllerde şüphe doğurur, doğru söz ise kalbe huzur verir.

   Zalim insan zulmünün cezasını görecektir.

   Yoksulun gönlünü zulümle kebap eden, aslında kendi budunu kızartıp yemektedir.

   Mevlana; alçak gönüllülük, cömertlik, sabırlı olmak, sözünde durmak, sır saklamak gibi

huyları metheder. Alçak gönüllülük, insanı yücelten bir değerdir.Meyveli ağacın dalları yere eğilir, meyvesi yoksa dalları havaya uzanır. Ağaçtaki meyveler arttıkça dalların yere değmemesi için direklerle desteklerler. Tevazu konusunda, iki alemin meyvelerinin toplandığı Hazreti Peygamber;eşsiz bir örnektir. Cömertler, özellikle fakir ve muhtaçlara

yardımda bulunanlar cennet selvisinin dalını tutarlar, verdikleri çoğalarak kendilerine döner.

Sözünde durmak, insanın vefası için bir ölçüdür. Ancak sözüne vefalı insanlar övgüye

layıktır.  Kızdığı zaman öfkesine hakim olan , Cenab-ı Hakk'ın hışmından korunur.

Sabır, ferahlığın anahtarıdır. Sabırla her güçlük ortadan kalkar. Mevlana; sonunda pişman olmamak için her zaman ihtiyatlı olmak, başkalarının halinden ibret almak, aceleci olmamak, az yemek, az uyumak ve az konuşmak gibi konuların önemini de dile getirir. Bu meziyetler hiçbir zaman sözde kalmamalı, yaşanmalıdır. Zira ameli olmayanın hikmetli sözü iğreti bir elbise gibidir.

                 "Hakk'ın bize edeb ihsan etmesini isteyelim.

                  Zira terbiyeden noksan olan , O' nun lutfuna

                 layık değildir.”

Edebsizin kötülüğü yalnız kendisine değildir. Belki bütün dünyaya karışıklık, ateş verir"

sözleriyle Mevlana' nın bu konuda önemli bir ikazı vardır. İnsan edebsizlerin kötülüğünden korunmak için, öncelikle dostlarını seçerken dikkatli olmalıdır: "Samed olan Cenab-ı Hakk'ın zatının hakkı için kötü dost yılandan beterdir. Zira kötü yılan, insanın sadece canını alır. Kötü

arkadaş ise , cehennem ateşine rehberlik eder. Kötülerle arkadaşlık eden , onlarla düşüp

kalkan; şüphesiz onların kötü huylarıyla huylanır. Kötü arkadaş, sana gölge salınca o mayasız olduğu için , bil ki senin de yolunu keser, mayanı çalar." Neticede Mevlana güzel ahlak sahibi olmak için iyi dostlar edinmeyi tavsiye ederken;insanları daima iyiliğe davet eder:

"Yürü, iyilik et ; zaman iyiliği tanır.İyilerin iyiliğini unutmaz o..

Herkesin malı kaldı, senin de kalacak;

Şu halde mal yerine iyiliğin kalması daha iyi..."


GÜNÜN AYETİ VE HADİSİ (23.12.2013)


Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;                                                
                                                                              (Bakara Suresi / 219)

Ebu Hureyre (Radiyallahu Anh) şöyle dedi:

Rasulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) şöyle buyurdu:

“...Allah ateşi yarattığı vakit Cebrail’e:

−‘Ey Cibril! Git, cehenneme bak’ buyurdu. Cebrail gitti, cehenneme baktı.

Sonra geldi ve:

−Ey Rabbım! İzzetine yemin ederim ki, cehennemi kim işitirse ona asla girmez, dedi.

Allah, cehennemi şehvet çekici şeylerle donatıp:

−‘Ey Cibril! Git, ona bak’ buyurdu. Cibril gitti ve cehenneme baktı.

Sonra geldi:

−Ey Rabbım! İzzetine yemin ederim ki, hiçbir kimse dışarıda kalmadan hepsi cehenneme girer diye korktum, dedi.”

                                                                      

21 Aralık 2013 Cumartesi

GÜNÜN AYETİ VE HADİSİ


Yüzlerinizi doğuya ve batıya çevirmeniz iyilik değildir. Ama iyilik, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, Kitaba ve peygamberlere iman eden; mala olan sevgisine rağmen, onu yakınlara, yetimlere, yoksullara, yolda kalmışa, isteyip-dilenene ve kölelere (özgürlükleri için) veren; namazı dosdoğru kılan, zekatı veren ve ahidleştiklerinde ahidlerine vefa gösterenler ile zorda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler(in tutum ve davranışlarıdır). İşte bunlar, doğru olanlardır ve müttaki olanlar da bunlardır.
                                                                   (BAKARA SURESİ / 177)


İbnu Ömer (ra) anlatıyor: Resulullah (sav) buyurdular ki:
“Bir kadın, eve hapsettiği bir kedi yüzünden cehenneme gitti. Kediyi hapsederek yiyecek vermemiş, yeryüzünün haşeratından yemeye de salmamıştı.”
(Buhari, Bed'ül-Halk 17)

20 Aralık 2013 Cuma

HZ. AİŞE'NİN DİLİNDEN EN SEVGİLİ PEYGAMBER EFENDİMİZ (S.A.V)


Aziz kardeşlerim herkes sevgiliyi anlatır. Ama leylaya mecnunun gözü ile bakmayanlar onda bir şey göremezler.

Sözlerine “Aişe binti Ebubekir Habibetü Habîbullah” (Ebubekir Kızı Aişe, Habibullahın Sevgilisi) diye başlayan mü’minlerin annesinden “En Sevgiliyi” dinleyelim.

Yusuf’u gördüklerinde bu bir melektir diyen kadınlar, Benim efendimi görselerdi hançerlerini kalplerine saplarlardı.

Resulullah yüz olarak insanların en güzeli idi. Renk olarak en nurlusu idi. Hiç kimse onun güzelliğini anlatamaz, ancak O’nun yüzü bedir gecesinde aya benzetilebilirdi. Yüzünde inci taneleri gibi terler birikirdi. Bunlar miskten daha güzel kokardı”.

O aşırı uzun değildi. Kısa boylu da değildi. Yalnız başına yürüdüğü zaman orta boylu olarak nitelenebilirdi.

İnsanlar O’nunla beraber yürüdüklerinde ancak omuz hizasında kalırlardı. O’ndan ayrıldıklarında yine uzun görünürlerdi.

İnsanlar arasında bir yere oturduğunda, O’nun omuzları diğer bütün oturanların omuzlarından daha yüksek görünürdü.

Sevinçli olduğunda yüzünün kıvrımları ışıl ışıl nur saçardı.O’nun saçları kulaklarının yarısına kadar inerdi. Kulaklarını aşmayan gür saçları vardı.

Ayakta ip eğiriyordum. Nebi nalinini dikmek için çabalıyordu. Baktım mübarek alnında terler toplanmış yanaklarından süzülüyor, ter damlalarından nurlar saçılıyordu. Cemalinin güzelliği karşısında şaşırıp kalmışım. Bana baktı, ne oldu sana dedi.

Dedim –Alnın terlemiş, damlaları nurlar saçıyor. Şayet Ebu Kebir el-Huzelî, seni görseydi;

“Aydınlık yüzünün gülümsemelerinde ortaya çıkan nurların izlerine baktığım zaman:

O’nu emzirenin her türlü hayız lekelerinden, fesattan ve emzirme ayıplarından uzak olduğu görünüyordu” beytine senin daha layık olduğunu anlardı dedim.

Rasullullah ellerindekileri yere bıraktı. Ayağa kalkıp yanıma geldi. İki gözümün arasından öptü ve “Allah sana hayırla karşılık versin ya Aişe! Senin bu sözüne sevindiğim gibi daha önce hiç bu kadar sevindiğimi hatırlamıyorum” dedi.

Onu kahkaha ile gülerken hiç görmedim, hoşlandığı bir şey karşısında ancak tebessüm ederdi.Öfkelendiğinde ekseri sakalını sıvazlardı.Geceleri de gündüz gördüğü gibi görürdü.Benim gözlerim uyur kalbim uyumaz ey Aişe, derdi. Işıkta gördüğü gibi karanlıkta, gündüzde gördüğü gibi gece de görürdü.

Az da olsa devamlı yapılan ibadet O’na sevimliydi. Ramazan’ın son on günü girince ehlini uyandırır, geceleri ihya eder ( uyanık kalır ), gömleğini bağlardı.

Hz. Peygamber cemaatin huzuruna çıkacağı zaman saçlarını, sakalını tarardı. Ya Rasulallah niye böyle yapıyorsun derdim. Allah kullarından kardeşinin yanına çıkarken güzelleşenleri sever buyururdu.

Resulullah, yanında oturan bir kimse onları ezberleyecek şekilde tane tane konuşurdu.

Resulullah kötü söz söylemez çirkin iş yapmazdı. Sokakta bağırmaz, kötülüğe kötülükle karşılık vermezdi. Ancak affeder, vazgeçer ve genişlik verirdi.  Resulullah duada kısa fakat cami’ manalar ifade eden sözleri severdi. “Bazen mizah yapar ancak yine de gerçeği söylerdi.”

Resulullah’ı hiçbir zalime yardım ederken görmedim. Bir haddin uygulanmasında, Allah’ın koyduğu hudut çiğnendiğinde insanların en şiddetlisi idi. Bunun dışında iki emir arasında serbest bırakılmışsa kolay olanı tercih ederdi.

Hiçbir ferdin ahlakı Resulullah’tan daha güzel değildi. Ashabından yada ailesinden birisi O’nu çağırmaya görsün O’ hemen “Lebbeyk” buyurun derdi. Bunun için Kur’an (Allah Azze ve Celle) O’nun şanına “Muhakkak ki sen büyük bir ahlak üzere yaratıldın” buyurmuştur.

(Ona -Ey Mü’minlerin annesi Rasulullah’ın ahlakı nasıldı diye soruldu)

Onun ahlakı Kur’andı. Siz Mü’minîn suresini okumuyor musunuz?

Gerçekten müminler kurtuluşa ermiştir; Onlar ki, namazlarında huşû içindedirler; Onlar ki, boş ve yararsız şeylerden yüz çevirirler; Onlar ki, zekâtı verirler; Ve onlar ki, iffetlerini korurlar; ....... onlar ki, emanetlerine ve ahidlerine riayet ederler; Ve onlar ki, namazlarına devam ederler. Işte, asıl bunlar Firdevs'e vâris olacaklar ve bu kimseler, orada ebedî kalıcıdırlar." (Mü’min, 1-12)

O Tevrat’ta “Muhammed Allah’ın Resulüdür. O’nun ismi Mütevekkildir. kötü kalpli, sert ve sokakta bağırıcı değildir; İncil’de ise: Kötü kalpli, sert ve sokakta çığırtkan değildir. Kötülüğe O’nun benzeri ile karşılık vermez bilakis affedici ve bağışlayıcıdır” şeklinde tarif edilmiştir.

İki emir arasında muhayyer kalınca, günah olmadıkça kolay olanı tercih ederdi. O iş günah olursa O’na karşı insanların en uzağı Resulullah idi. O nefsi için intikam almaz ancak Allah’ın koyduğu hududun çiğnenmesi durumunda O’ndan Allah için intikam alırdı.

Resulullah gecelerde içi kuru otla doldurulmuş, deriden bir yatak üzerinde uyurdu. Rasulullah (S.A.V) arkadaşlarının yanına kötü kokular saçarak çıkmaktan hoşlanmazdı. Gecenin sonu da olsa güzel bir koku sürünür, öyle çıkardı. Rasullullah için en güzel koku öd ağacı kokusu idi.O’nun bir sürme tası vardı. Uyumadan önce her iki gözüne sürme çekerdi.Başını sidr ile yıkar ve hafif kokulu misk sürünürdü.

Başını evin sakfına (yada gök kubbeye) kaldırdığında “ Allah’ım seni tesbih ederim, hamd sanadır ve senden bağışlanma diler, affına sığınırım” derdi:

- Bunlar nedir derdim.

- Ben bununla emrolundum, derdi

Gecenin evvelinde uyur; ahirinde uyanık olurdu.Onun iki elbisesi vardı. Cuma günleri giyinirdi. Sonra çıkarır beraber katlardık.Allah bana farzların ikamesini emrettiği gibi insanlara karşı müdarayı da emretti derdi.O’nun hastalıktan çektiği elemden daha şiddetli bir elem görmedim.O, taze kavunu severdi. Ondan daha çok istişare eden bir kimse görmedim.

Şiddetli bir kış O’na vahiy inerken gördüm: Vahyin ağırlığı ile, alnından terler boşanmak için sanki anlı çatlayacaktı.Rasulullah her yıl bir defa Kur’an’ı Cibril’e okurdu. Vefat edeceği yıl iki defa okudu.

O’ndan bir şey istendiğinde O’nu asla geri çevirmezdi.

Ya Rasulallah sana feda olayım. Bir yere dayanarak (yaslanarak) yesen ya? Böylesi senin için daha kolaydır” dedim. O alnı yere değecek kadar başını yere eğdikten sonra, bana:

- "Hayır belki bir kul gibi yiyecek ve bir kul gibi oturacağım", dedi.

Sevdiği bir şeyi gördüğü zaman verdiği nimetlerle güzellikleri tamamlayan Allah’a hamd olsun” derdi.

O’nun sözleri tane tane idi. Dinleyen herkes anlardı. Aynaya baktığında “Allah’ım yaratılışımı güzelleştirdiğin gibi ahlakımı da güzelleştir” derdi.

Uyumak istediğinde Muavizeteyn surelerini okur, avucuna üfler sonra vücuduna sürerdi.

Hayra yormaktan ve tefe’ülden hoşlanırdı.Her şeye sağdan başlamayı severdi. –Hatta adımını atarken ve bir yere girerken-Rasulullah bir hastayı ziyaret ettiğinde elini ağrıyan yere koyar “Bismillah bir şey yok ” derdi.

O, hediyeleri kabul eder ve onlara karşılık verirdi.Takvadan başka hiçbir şey O’nun yanında insanın şerefini ne azaltır ne de eksiltirdi. O’na hoşlanmadığı bir söz ulaştığı zaman sen şöyle şöyle söylemişsin demezdi. Bazılarına ne oluyor ki şöyle şöyle söylüyorlar derdi.İki öğün yemek yese bunlardan biri mutlaka hurma olurdu.

O’nun en çok sevdiği içecekler, soğuk ve tatlı olan içeceklerdi.Ben ay hali olduğum halde Resulullah başını kucağıma kor Kur’an okurdu.

Vefat hastalığında bana şöyle dedi:

Ya Aişe Hayber’de yediğim yemeğin acısı kaybolmadı. O anda zehrin şiddetinden kalp damarlarımın koptuğunu hissettim.

 

GÜNÜN AYETİ VE HADİSİ

  
Mü'min erkekler ve mü'min kadınlar birbirlerinin velileridirler. İyiliği emreder, kötülükten sakındırırlar, namazı dosdoğru kılarlar, zekatı verirler ve Allah'a ve Resûlü'ne itaat ederler. İşte Allah'ın kendilerine rahmet edeceği bunlardır. Şüphesiz, Allah, üstün ve güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.
TEVBE SURESİ / 71)

                                                                                                                         

Sevban radiyallahu anh şöyle dedi:

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

“Yakında diğer milletler, yemek yiyenlerin çanak üzerine toplandığı gibi, sizin üzerinize toplanacaktır!”

Adamın biri, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

–O gün biz az mı olacağız? dedi.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

–“Bilakis, o gün siz çok olacaksınız! Lakin sizler selin sürüklediği çöp gibi olacaksınız! Allah, düşmanlarınızın göğüslerinden size karşı olan korkuyu kaldıracak ve sizin kalplerinize vehen atacaktır!”

Adamın biri, Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem’e:

–Ey Allah’ın Rasulü! Vehen nedir? dedi.

Rasulullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu:

–“Dünyayı sevmek ve ölümü sevmemektir. (Yani Allah’ın yolunda ayrılmak)

19 Aralık 2013 Perşembe

MESNEVİDE AŞK

       Aşk beni arif etti,inceltti zarif etti .
       Ben aşkı bilmez idim ,içerim tarif etti.
                                         Semiha Ayverdi

     Aşk ve sevgiyi birbirine karıştırmamak lazım. Aşk kelimesi "ışk"tan ,sarmaşıktan gelir.Sarmaşık hani nasıl bir evin etrafını sarar ve sardığı şeyi yok ederse,daha önce bahsettiğimiz nefsaniyetin ,benliğin,egonun etrafını saran ve benliği yok eden yeğane şey sarmaşık gibi olan aşktır.Fakat behsedilen aşk,sevgi değildir.Sevgi,çekim,şehvet,istek,arzu kelimeleriyle ifade edilebilir.İnsan kedisini,köpeğini,elbisesini bile sevebilir.Aşk bambaşka bir şeydir.Mevlana'nın da öğretmenlerinden Ahmed Gazali(Gazali Sultan )tarif etmiş, demiş ki ,aşk kelimesi "ayn","şın"ve "kaf" harflerinden oluşur ."Ayn"görmek demek,yani Allah'ı görmekle iş başlar .Görmek nedir derseniz,Mevlana'nın babası Bahaeddin Veled vurucu bir tarif yapar :"O kadar hiçim,yokum,o kadar kudretsizim ve sen de o kadar varsın , o kadar büyüksün ki ,hiçliğimle varlığını idrak etmenin adına görmek diyorum Allah'ım"der.
 
     "Şın" aşkla şarhoş olmak ,yani acıyı ve tatlıyı bir bilmek haline gelmektir. Hani Leyla ile Mecnun hiyakesinde olduğu gibi ,hani Leyla çirkin bir kızmış ,hatta padişah da Mecnun'a neresini sevdin bunun deyince ,"Sen kadehle meşgulsün, ben içindeki şarapla uğraşırım"der Mecnun yani"Gel de benim gözümle gör"der. Mecnun Leyla'nın evinde hizmete başlamış.Leyla'da bütün çalışanlara yemek dağıtıyor,herkese bol bol vermiş ;Mecnun 'a gelince böyle kaşığının tersiyle tın yapmış ,Mecnun seviçten şakır şakır oynamış,herkes "Sen hakikaten delisin,sana yemek bile vermedi "deyince ,"Bana da sizin gibi mi davransaydı?" demiş. İşte aşk karşısındakinden bir şey beklememek,onu,ondan geleni o kadar güzel görmektir ki "Kaf" yani insan kul seviyesine ulaşsın.

    Bunları bügün için düşündüğümüzde aslında şunu söylemeli: Yani tabii ki insan olarak geçireceğimiz evre vardır. Çocukluğumuzda, gençliğimizde sevgiler ,aşklar, birilerini beğenmek ,evlenmek ,kadın veya erkeği sevmek,ama şöyle sevmek,yani gerçekten gönlümüzle sevmek,onu bütün varlığıyla ,iyilikleriyle sevmek. O sevgi biraz pişince ,ilahi aşkı da anlayacak belki, gönül seviyesine gelecek.Eğer beklentisiz , o mesut olsun diye sevmeyi öğrenirsek,onu memnun etmek için seversek,o zaman bu maddi aşk bile basamak olup insanı ilahi aşka taşır.
 


   

MESNEVİDE EDEP


Allah’tan edebe muvaffak olmayı dileyelim. Edebi olmayan kimse Hakk’ın lütfundan mahrumdur.

Edebi olmayan yalnız kendine kötülük etmiş olmaz. Belki bütün dünyayı ateşe vermiş olur.

Kederden, karanlıklardan (başına) her ne gelirse (bil ki) küstahlık ve pervâsızlıktandır.

Bu felek, edebinden dolayı nûra gark olmuştur; melekler de edepleri sebebiyle pâk ve masum olmuşlardır.

Güneşin tutulması, küstahlığı yüzündendir. Bir melek olan Şeytan da yine küstahlık yüzünden kapıdan sürülmüştür.

Şeytan, (Allah’a) “beni sen azdırdın” dedi; o alçak ifrit, kendi yaptığını gizledi.

Adem (a.s.) ise “nefsimize zulmettik” dedi; o bizim gibi Hakk’ın fiilinden gafil değildi;

Günah işlediği halde edebe riayet ederek (suçu) Allah’a isnat etmedi, Allah’ın halkettiğini gizledi. O suçu kendine atfettiğinden ihsana nâil oldu.

Hz. Adem, tövbe ettikten sonra Allah, “Ey Âdem! O suçu o mihnetleri, sende ben yaratmadım mı?

O benim takdirim, benim kazam değil miydi; özür getirirken niye onu gizledin?” dedi.

Adem (a.s.) “Korktum, edebi terk edemedim” deyince Allah, “İşte ben de onun için seni kayırdım” dedi.

Edebden, terbiyeden kaçanlar, erliğin yüz suyunu da dökerler, erlerin yüz suyunu da.

Ey Müslüman, edep nedir diye arar sorarsan bil ki; edep, ancak her edepsizin edepsizliğine sabır ve tahammül etmektir.

 
SEMAZEN

GÜNÜN AYETİ VE HADİSİ VE DUASI

O gün zalim kimse ellerini ısıracak: "Eyvah!" diyecek, "keşke Peygamberin yanında bir yol tutsaydım!""Eyvah!" diyecek, "keşke falancayı dost edinmeseydim.
                                                                                                             FURKAN SÛRESİ: 27-28


Ebû Hureyre (ra) demiştir ki: Resûlullah (sas) şöyle buyurdu: "Biriniz ayakkabılarını giyeceği zaman önce sağ ayakkabısını giysin, çıkaracağı zaman da önce sol ayakkabısını çıkarsın. Böylece sağ, ilk önce giyilen ve en son çıkarılan taraf olsun." [Buhari, Libas 39)

Kur'ân'ın üçte birine denk olan sûre Ebû Saîd el-Hudrî (ra) demiştir ki: Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem "Kul hüvallahu ehad" yani İhlâs Sûresi hakkında şöyle buyurdu: "Nefsim kudret elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu sûre Kur'ân'ın üçte birine denktir." [Buhari, Fedâilu'l-Kur'ân 13]

İyiler gittiler, (onlardan geriye) güzel âdetler kaldı; kötülerden ise zulüm ve lânetler!
 Hz. Mevlâna Muhammed Celaleddin-i Rûmî (k.s.)

Yâ Rabbî!Bizim hâlimize bakarak muâmele etme. Kendi ikrâm ve ihsânına göre bize muâmele eyle.Yâ Rabbî! Kerem ve lütfunla hidâyet ettiğin kalbi tekrar dalâlete, sapıklığa meylettirme. Belâları bizden sarf eyle, çevir ve değiştir. Ey affı çok olan, günahları örten Rabbim!
O günahlar dolayısı ile bizden intikam alma. Bize azâb etme.
Yâ Rabbî! bizi ailemizi milletimizi insanlığı Hayr içinde gark et.
Zulüm altındaki mazlumların âh'larını kendi üzerine al ve zâlimlerin hakettiklerini ver Allah'ım.
Âmîn... Âmîn... Âmîn...