Bu âlemde
binlerce canlı, sıkıntısız hoş bir halde yaşamakta, geçinip gitmektedir.
Üveyk kuşu,
geceki rızkı henüz meydanda olmadığı halde, ağaçta Hakk’a şükreder.
Bülbül “Ey
duaya icabet eden Mevlâ! Rızık hususunda i’timadımız sana” diye hamd eyler.
Böylece
sivrisinekten tut da file kadar bütün mahlûkat Hakk’ın ailesidir; Hak da ne
güzel aile reisi!
Rızık yiyen
boğaz kesildi mi “Onlar Rab’lerinden rızıklanır, ferahlar” nimeti hazmedilir.
Gönlüne
geçim kaygısını az koy! Sen kapıda oldukça rızkın da azalmaz.
“Rızkınız
gökyüzündedir” âyetini duymadın mı? Neden bu aşağılık yere saplanıp kaldın?
Kendinize
gelin; O’ndan isteyin, başkasından değil; suyu denizde arayın, kuru derede
değil!
Açlık
korkusunda, bu titreyiş de nedir? Allah’a dayanmakla tok yaşanabilir pekalâ!
Doğan,
rızkını padişahın elinden umduğu için bütün pis şeylerden ümidini kesmiştir.
Dünyada
yemyeşil bir ada vardı; orada da yalnız başına obur bir öküz yaşardı.
Akşama kadar
bütün ovada otlar, doyar; semirip şişerdi.
Gece olunca
“yarın ne yiyeceğim” diye düşünceye dalar, bu düşünce onu dertlendirirdi...
Sabah olunca
ova yine yeşermiştir. Yeşillik, çayır, çimen, ta bele kadar büyümüştür.
Öküz, öküz
açlığına tutulmuştu; akşama kadar tekrar bütün ovada baştan başa otlar,
bitirirdi.
Derken akşam
oldu mu tekrar açlık korkusuna düşer; bu korkuyla titremeye başlar, yine
korkusundan zayıflardı.
“Yarın yayım
zamanı ne yiyeceğim, ne edeceğim?” diye düşünür dururdu. Yıllardır, o öküz bu
haldeydi işte.
“Bunca
yıldır bu yeşilliği otlar, bu çimenlikte yayılırım.
Hiçbir gün
rızkım azalmadı. Bu korku nedir, bu gönlümü yakıp yandıran gam nedir?” diye
düşünmez bile.
İşte nefis,
o “öküz”dür, yeşil ova da “dünya”. Nefis ekmek korkusu ile daima zayıflar
durur.
Sen nasıl
rızka düşkün bir âşıksan, rızık da sahibine öyle düşkün bir âşıktır.
Dilesen de
dilemesen de rızkın, senin aşkınla koşa koşa gelir, sana ulaşır.