27 Aralık 2013 Cuma

MESNEVİDE DÜNYA

Dünyâ nedir? Hak’tan gâfil olmaktır.
Ârifler, dünyayı Allah’tan gâfil olmaya götüren her şey olarak târif etmişlerdir. Hak’tan gâfil olansa, güneş karşısında gözlerinin üzerine parmaklarını kapatmış kimseye benzer. O kimse parmaklarını kaldırmadan hiçbir şey göremez, hiçbir hakikatin farkına varamaz. Ancak gaflet parmağını gözünden çekebilenler, ilâhî kudret akışlarına nazar kesilir, ilâhî saltanat ve azameti seyrederek irfân ile dolarlar.
Kimde bir güzellik varsa, bilsin ki ödünçtür.
Hayatta bize verilen her şey, ölümün kapısında elimizden tamamen alınmaktadır. Mal, mülk, güzellik, zindelik, her şey. O hâlde bu imtihan dünyasında her neye sahipsek bunların hepsi, ilâhî mahkemede hesabı bizden istenecek birer emanetten ibarettir. Dolayısıyla sahip olduklarımız, bizi; «Benim, benim!» hırsına sürükleyerek ebedî âlemimizi helâke sebebiyet vermemelidir. Dünya nîmetlerinin adeta bir devremülk olduğunu hatırdan çıkarmamalıyız.
Dünya mıknatıs gibidir, bütün samanları çeker; ancak özlü buğday, onun çekişinden kurtulur.
Her şeyin tesir kuvveti, o şeyin vasfına sahip veya yakın olanlar üzerinde gerçekleşir. Meselâ gönlü sefaletlere meyilli değersiz kimseyi bu dünya kolayca kendisine râm eder. Ama ulvîliklere yücelen bir gönle tesiri erişmez. Bir leş, ancak köpeğin iştahını çeker, esir eder, bülbülü ise aslâ…
Dünyanın nefse hoş gelen ve dünyevî arzuları okşayan pek çok oyuncakları vardır. Onlara kanarak ebedî olan yurdun saadetini kazanmaktan geri kalmak ne büyük bir aldanıştır.
Allâh’ın (bu imtihan âlemindeki) tuzağı, dünya malıdır; dünya malı bizi sarhoş eder, aldatır. Dünyaya gönül verenlerin can gözü, bu yüzden kördür. Çünkü onlar balçıktaki acı ve tuzlu suyu içerler.
İnsan ihtiyaçlarının esiridir. Bu bakımdan olgun olmayan gönülleri dünya malı kolayca esareti altına alır. Ancak ihtiyacı asıl gideren dünya malı değil, Cenâb-ı Hak’tır. Dünya malı ile sarhoş olup da bu gerçeği göremeyenler, ebedî bir âmâlığa dûçâr olurlar. Allah Teâlâ buyurur:
“O zaman: «Rabbim! Beni niçin kör olarak haşrettin, oysa ben gören bir kimseydim» der.” (Tâhâ, 125)
Bu âmâların durumu ebedî bir mahrumiyettir. Böyle bir hâle düşmemek için dünya hayatında iken bütün hâcetlerin yegâne kapısını iyi bilmek ve o kapının eşiğine teslim olmak zarûrîdir. O kapı da Allâh’a teslimiyet ve infak kapısıdır. Aksi hâlde âyette buyrulduğu gibi dünya malı yerinde kullanılmazsa, ihtiyaçlarımızı gideren bir nimet değil, bizi ebedî ihtiyaç içinde bırakacak bir fitne ve âfete dönüşür.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder