16 Aralık 2013 Pazartesi

MESNEVİDE NEFİS

Nefisle Mücadele


Kullukla ilgili âyetlere baktığımızda bir yandan

insanın sadece Allâh’a kulluk yapması emredilirken,

diğer taraftan da O’nun dışındakilere kulluk yapması

yasaklanmaktadır.

Yani insan hem Allâh’a kulluk

yapacak, hem de Allâh’a kulluğun dışındaki kulluklardan

da daima uzak kalacak. İşte işin bu tarafı, nefis

mücadelesi dediğimiz olaydır. Tasavvufî hayatın da

temellerinden olan nefis mücadelesi, Mesnevî’de de

birçok kez ele alınıp işlenmiştir. Mevlânâ, işe öncelikle

nefsi tanıtmakla başlamış ve aynı zamanda, Allâh’tan

başkasına kulluğun temelinde de nefse ubûdiyet olduğu

gerçeğini vurgulamıştır:


“Bütün putların anası, sizin nefsinizin putudur. Hariçte

görülen putlar birer yılandır, halbuki nefis putu bir

ejderhadır.

Nefis, çakmak taşı ile demirdir. Put ise çakmak

taşından sıçrayan kıvılcımdır. O kıvılcım su ile söner.

Put, testide duran kara sudur. Sen nefsi, bu gizli kara

suyun kaynağı bil.

Put kırmak kolaydır, hem de çok kolay, fakat nefis

putunu kırmayı kolay sanmak; bilgisizliktir, bilgisizlik..

Ey kardeş! Sen Allâh’ın emrine ve aziz Peygamberin

sünnetine uy da, ten Ebû Cehl’inden ve nefsani

isteklerden kurtul.”


 

Nefisle mücadele için, onu iyi tanımak gerektiği, bu

mücadelenin kolay olmadığı ve bunun da ancak Allâh’a

imanla mümkün olduğu şöyle vurgulanmıştır:


“Bu nefis, cehennemdir; cehennem ise öyle bir

ejderhadır ki, denizler bile onun ateşini söndüremez.

Nefsin cehennem ateşini, ancak Cenâb-ı Hakk’ın kudret

ayağı bastırır, söndürür. Zaten azgın nefsi öldürecek

oku da, Cenâb-ı Hakk’tan başkası atamaz.

Şunu iyi bil ki; safları bozan, dağıtan arslanla

savaşmak kolaydır. Asıl arslan, kendini tutan ve nefsini

alt edendir.”


 
Nefsi geniş geniş tanıtan Mevlânâ, nefisle ve nefsin en

azgın tarafı olan şehvet ateşiyle mücadele yolunu da

göstermiştir:


“Şehvet ateşinin çaresi nedir” Din nûrudur. Nasıl ki

cehennem mü’mine: Ey mü’min, çabuk geç, senin

nûrun benim ateşimi söndürüyor! diyecektir

Bu ateşi ne söndürür? Allâh’ın nûru. Nemrud’un ateşini

söndüren Hz. İbrahim’in nûrunu kendine üstad edin de,

Nemrud’a benzeyen nefsinin ateşinden, şu ödağacı

gibi olan bedenin kurtulsun.

Şehvet ateşi eksilip bitmez, ona dilediğini vermemekle

eksilir.

Bir ateşe odun attıkça, o ateş hiç söner mi? Hiç odunu

yakmaz olur mu?

Fakat odun atmazsan, ateş söner. Allâh’tan korkmak,

çekinmek şehvet ateşine su serper.

Şehvete kul-köle olan kimse, Allâh’ın indinde

kölelerden, alınıp satılan esirlerden daha değersizdir.

Şehvete kul olan kişi; Allâh’ın lütfundan, Allâh’ın

hususi nimetine erişmekten başka bir şeyle kulluktan

kurtulamaz.”


 

Allâh’a kulluğun ancak insanın nefsine kulluğu terk

etmesiyle başlayacağı, tartışmasız bir gerçektir.

Bu hususu Mevlânâ bazı örnekler vererek şöyle

anlatmaktadır:


“Nefsin ateşi söndükten sonra, gönül bahçesine ne

ekersen biter.

Laleler, ak güller, güzel kokulu marsimalar yetişir.

Beden ağacının dibine kurt düştü. Onu söküp ateşe

atmak, kulluk ederek, iyi işler yaparak onu öldürmek

gerek.”


 

Allâh’a kulluğun gerçek anlamda tahakkukunun, insanın

kendisini nefsani yaşayıştan uzak tutması ile mümkün

olduğu Mesnevî’nin başka bir yerinde, süt emen bir

bebekle meme ilişkisi örnek verilerek anlatılmaktadır:


“Demek ki bizim yaşayışımız, gerçek hayata

kavuşmamız; memeden kesilmeye, nefsani gıdalardan

vazgeçmeye bağlıdır. Ancak bu kesilme ile biz, manevi

gıdaları bulabileceğiz.

Ey Hakk yolunun yolcusu! Azar azar sen de kendini

nefsani gıdalardan çekmeye çalış, sözün özü budur.

GÜNÜN SÖZÜ VE DUASI

“ Sen, padişahlar padişahının halîfesi Hz. Adem soyundan geldin. Günahlarla, kötülüklerle, zulümle dolu şu kirli dünyada gözünü açtın.
Sen nereden geldiğini, nereye gideceğini düşünmüyorsun da, şu dünya hayatından memnün, pek neşeli görünüyorsun. Yazıklar olsun sana! Aklını başına al da, şu alçak dünyaya gönül verme, aslının aslına gel!
Sen, her ne kadar bu dünyanın zübdesi, özü, tılsımıysan da, şen içyüzünle çok kıymetli paha biçilmez bir madensin.
Mezarda toprakla dolacak olan şu iki baş gözünü kapa; gizli olan gönül gözünü aç, hakîkati gör de aslının aslına gel!
Celal sahibinin kulusun, çok talihlisin. Allah, seni çok seviyor, sana iltimas etmiş, başkalarına vermediğini sana vermiş.
Dünya malına tapıyorsun, çok zengin olmanın yollarını arıyorsun. Şehvet ve şöhret peşinde koşuyorsun. Yüksek mevkîlere çıkmak, baş olmak, ona buna hükmetmek istiyorsun. İstediğini elde edemediğin zaman, yahut elde ettıgini kaybedince üzülüyorsun, harap oluyorsun. Bu hal, bu didinme, bu sızlanma bu inleme, bu gözyaşları ne vakte kadar sürecek? İçine düştüğün acıklı halı anla da, aslının aslına gel!”

Hz. Mevlâna Celaleddin-i Rumî (k.s.)
 
 
Allah’ım, Hz. Muhammed (s.a.v.) ve âline salat eyle, Ey rahmetinden günahkârların medet umduğu; Ey darda kalanların ihsanını anmaya sığındığı; Ey korkusundan hatalıların şiddetle ağladığı; Ey kimsesi olmayan garibin munisi; Ey her gamlı tasalının ferahlığı; Ey yardımsız bırakılmış yalnızların imdadı; Ey dışlanmış muhtaçların destekçisi! Sen, rahmeti ve ilmiyle her şeyi kuşatansın. Sen, her yaratığa nimetlerinden bir pay ayıransın. Sen, affı cezalandırmasından üstün olansın. Sen, rahmeti gazabının önünde koşansın. Sen, ihsanı, eli boş geri çevirmesinden çok olansın. Sen, rahmetinin genişliğine bütün yaratıkların sığdığı Zât-ı Kibriya’sın. Sen, ihsanda bulunduğundan karşılık beklemeyensin. İhtiyaç sahiblerinin ihtiyaçlarını, haceti olanların hacetini gider ve bize lütuf ve ihsana dayalı kereminle muamele et. Ya Erhamerrahimin, Ya Erhamerrahimin, Ya Erhamerrahimin. Âmin...