26 Aralık 2013 Perşembe

MESNEVİDE İNSANIN HAKİKATİ


İnsan bir ormana benzer. Nasıl ki ormanda binlerce domuz, kurt, temiz ve pis huylu hayvan varsa, insanda da her türlü güzellik ve çirkinlik vardır.

İnsanoğlu menfî ve müsbet/olumlu ve olumsuz bütün vasıflarla donatılmıştır. Çünkü dünya imtihanı bunu gerektirmektedir. Ancak bu imtihanı kazanmak için insan kendindeki menfîlikleri yenmeli ve müsbet/olumlu özellikleri tecellî ettirmelidir. Cenâb-ı Hak buyurur:

“… Nef­se ve ona bir­ta­kım kâ­bi­li­yet­ler ve­rip de iyi­lik ve kö­tü­lük­le­ri­ni il­hâm ede­ne ye­min ede­rim ki, nef­si­ni kö­tü­lük­ler­den arın­dı­ran (tez­ki­ye eden) kur­tu­lu­şa er­miş, onu kö­tü­lük­le­re gö­men de zi­yân et­miş­tir.” (eş-Şems, 7-10)

Bu da kendini doğru bir şekilde tanımaktan geçer. İçindeki nefs yılanını göremeyen, ona karşı tedbir alamaz ve onun zehrine kurban gider. Bu sebeple «Kendini tanıyan Rabbini tanır.» (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II, 361) buyrulmuştur.

Yüzün renginde, gönül hâlinden bir nişan vardır.

Hiç kimse hislerini hakkıyla saklamaya muktedir olamaz. Gönlündeki hislerin, bilhassa yüzünde mutlaka bir nişânesi bulunur ki, firâset ehlinin gözünden kaçmaz. Gören gözler için bütün çehreler, iç âlemlerin vitrinidir.

İnsana, kimse gözü gibi lalalık edemez.

İnsanın kendi gözü pürüzsüz bir ayna gibidir. Kendisine aksedenleri olduğu gibi akla ve gönle iletir. Bu mânâda eğer doğru kullanılırsa sadık ve güçlü bir eğitici vasfındadır. Bazen bir tek nazar, binlerce cilt kitaba bedel olur. Mesele gözdeki basar kuvvetini basîret ile takviye edebilmektir. Hâsılı beşerî faaliyetleri gerçekleştirmenin en önemli şartlarından biri de nûr-i basar, yani görme kabiliyetidir. Öğrenme ve yetişmenin bir şartı da görmek olduğundan, göz, her insan için en iyi bir lala demektir.

Sen, anılması güzel olan bir söz ol. Çünkü insan, kendi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir.

Eskiler, “Eşek ölür semeri kalır; yiğit ölür hüneri kalır.” demişlerdir. Esaslı insan, arkasından hayırla yâd edilmeye vesile olacak amel-i sâlihlere sahip olandır. Bu noktada insanlığın âbideleri olan Hak dostları en güzel örnektir. Onlar ömür boyu güzel bir söz misâli olgun yaşamışlar ve böylece gönüllerde ölümsüzleşmişlerdir.

 

MESNEVİDE GÜNAH VE TÖVBE


İçteki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.

Affın tezâhürü gözlerdeki şebnemlerdir.

Allah korkusuyla dökülen sıcak gözyaşı, ruhu temizlemekte iksir gibidir. Mânevî bir arınma için ondan daha müessir başka bir vâsıta yoktur. Zira samîmî bir gözyaşı damlası, her zaman rahmet-i ilâhiyyeyi tuğyân ettiren en kuvvetli bir müessirdir. Bu hususta Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır k:

“Allâh korkusuyla gözyaşı döken kişi, sağılmış süt memeye dönmedikçe cehenneme girmez.” (Tirmizî, Zühd, 9)

Mevlânâ Hazretleri, gözyaşını şöyle tasvir eder:

“Mum, ağlayıp gözyaşı dökünce daha da aydın bir hâl alır. Ağaç dalı da, ağlayan bulutun bereketi ve güneşin harâretiyle yeşerir, tazelenir. Yâni bir meyvenin yetişmesi için harâret ve su gerekir.”

“Tıpkı bunlar gibi, tevbelerin kabulü için de bulut ve şimşek, yâni gözyaşı ve gönül yanışı ister.”

“Şâyet gönül şimşeği çakmaz da göz bulutu yağmur yağdırmazsa, nefsin öfke ateşi ve günah alevleri nasıl söner? Vuslatın feyzi, yâni ilâhî tecellî nûrunun parlaklığı gönülde nasıl belirir? Mânâ menbâları nasıl coşup akar? Yağmurlar yağmasa gül bahçesi, yeşilliğe nasıl sır söyleyecek? Menekşe yaseminle nasıl ahidleşecek?”

“Tabiatı bırak da hıçkıra hıçkıra ağlasın. Bu topraklar, sudan ayrılınca çoraklaşır. Irmaklardan, derelerden ayrı kalan, uzak düşen sular da sararır, kokar, bulanır, kapkara olur.”

“Cennet gibi yemyeşil olan bağlar, bahçeler sulardan ayrı düşünce, sararır, solar, yaprakları kurur, dökülür, bir hastalık yurdu olur. (İnsan da böyledir…)”