Mevlânâ,
Allahü teâlânın yarattığı bütün mahlûkâta merhamet sâhibi idi. Bir gün
Nefîsüddîn Sivâsî'ye bir kuruş verip ekmek aldırdı. Ekmeği eline alıp
bir virâneye gitti. Nefîsüddîn de gizlice onu tâkibe başladı. Sonunda,
Mevlânâ'nın o ekmeği yeni yavrulamış bir köpeğe kendi elleriyle
yedirdiğini gördü. Mevlânâ dönüşünde, Nefîsüddîn'in kendisini tâkib
ettiğini anlayıp; "Bu hayvan yedi gündür açtır ve yavrularına şefkatle
bakmış ve hiç yanlarından ayrılmamıştır. Resûlullah efendimiz bir
hadîs-i şerîflerinde; "Merhametlilerin en büyüğü olan Allahü teâlâ,
kullarından merhametli olanlara merhamet eder. Ey ümmet ve Eshâbım! Siz
de O'nun yarattıklarına merhamet ediniz ki, size de semâ ehli merhamet
etsin" buyurdu. Nefîsüddîn bu sözler üzerine ağlayarak Mevlânâ'nın
ellerini öptü ve hayvanlara bile bu kadar merhametli olan siz,
tabiatiyle ahbâb ve dostlarınıza da merhamet edersiniz." dedi. Bunun
üzerine Mevlânâ; "Evliyâullahın merhameti pek çoktur; bütün mahlûkâta ve
ahbâblarına da şüphesiz merhamet eder." buyurdu.
Selçuklu
Sultânı Rükneddîn, Mevlânâ'ya beş kese altın gönderip almasını arzu
etti. Talebelerinden Mecdüddîn, Mevlânâ'ya altınları arz edince; "Beni
hakîkaten seviyorsanız, bu altınları dışarıdaki çamurun içine atın!"
buyurdu. Talebeleri bu emri derhal yerine getirdiler. Dünyâya kıymet
veren bâzı kimseler, bu altınları almak için çamurun içinde aramaya
başladılar. Fakat üstleri, başları, yüzleri çamurdan görünmez hâle
geldi. Mevlânâ, talebelerine onların bu vaziyetlerini göstererek; "Bu
altınlar, şu gördüğünüz dünyâ ehlinin üstünü başını batırdığı gibi,
âhiret ehli olanların da kalbini karartır, kirletir. Çeşitli günahlara
sevkedip, ibâdetlerden alıkoyar. Bu sözlerimi yanlış anlamayınız. Dünyâ
için çalışmayınız demek istemiyorum. Dünyâ malının muhabbetini kalbinize
koymayınız diyorum. Hiç ölmeyecekmiş gibi dünyâya, yarın ölecekmiş gibi
âhirete çalışmak lâzım geldiğini herkes bilir. Burada dikkat edilecek
nokta; hırs ve tamâ yapmadan kanâat üzere bulunmaktır. Dünyâda, âhiret
saâdeti için çalışmalı, kazanmalı, niyeti düzeltmelidir. Çünkü
İslâmiyet, insanlara faydalı olmayı emreder. En büyük saâdet, en büyük
sermâye, helâlinden kazanıp, hayır ve hasenât yaparak âhirete
göndermektir. Buna rağmen asıl sermâye, mal, mülk, para sâhibi olmak
değil, ilim, amel, ihlâs ve güzel ahlâk sâhibi olmaktır." buyurdu.
Mevlânâ'nın
Celâleddîn isminde bir talebesi vardı. Ticâretle uğraşır, at alıp
satardı. O anlatır; "Bir gün Mevlânâ sarığını sarıp, giyinmiş olduğu
hâlde, bana bir at hazırlamamı emretti. Ben, atların içinden en
güçlüsünü eğerlemek için huzûrundan ayrıldım. Fakat at huysuzluk
yaptığından, bir türlü eğerleyemiyordum. Yanıma iki kişi daha alıp, atı
zorla eğerledik. Buna rağmen at hâlâ huysuzluk yapıyordu. O hâliyle
Mevlânâ'nın bulunduğu yere getirip, atın hazırlandığını bildirdik.
Mevlânâ dışarı çıkar çıkmaz at sâkinleşti ve önceki huysuzluğu kalmadı.
Mevlânâ ata binip, kıble istikâmetinde yola çıktı. Ancak akşama doğru,
ter içinde, toza gark olmuş bir vaziyette döndü. At oldukça zayıflamış
görünüyordu. Cesâret edip bir şey soramadık. Ertesi gün yine bir at
hazırlamamı emretti. Başka bir atı eğerleyip getirdik. Dünkü gibi gitti,
akşama doğru geldi. Üçüncü gün de aynı şekilde gitti. Akşama doğru
geldiğinde; "Elhamdülillah! Ey cemâat! Müjdeler olsun ki, o kâfir,
Cehennem'in dibini boyladı." dedi. Biz edebimizden yine bir şey
soramadık. Aradan birkaç gün geçmişti. Şam tarafından bir kâfile gelip, o
taraflarda, müslümanlar ile Moğolların yaptığı savaşı anlattılar.
Dediler ki; "Düşman askeri oldukça çoktu. Müslümanlar mağlub olmak üzere
idiler. Son üç günde, Mevlânâ , bir atın üzerinde olduğu hâlde savaş
meydanında göründü. En ön safta; "Allah, Allah" nidâlarıyla düşmana
hücûm edip önüne geleni bir vuruşta ikiye bölüyordu. Müslümanlar,
Mevlânâ'nın akıl almaz hâllerini ve yardımını görünce, bozulan moralleri
düzeldi. Ard arda yaptıkları hücûmlarla düşmanı geriye püskürttüler.
Mevlânâ düşman komutanını öldürünce, kâfirler kaçmaya başladılar." Ben
bu haberi işitince, doğruca hocam Mevlânâ'nın huzûruna çıktım. Beni
görünce; "Müslüman askerlere yardım edilmiş ve zafere kavuşmalarına
sebeb olunmuştur. Ey Celâleddîn! Bize cân u gönülden hizmet edenler
dünyâ ve âhirette gam ve kederden kurtulur." buyurdu.
Mevlânâ
hazretlerinin sağlığında kasabın biri, bir öküzü kesmek için satın
aldı. Öküzün ayaklarını bağlayıp yatırmak istediğinde, öküz, ipleri
koparıp kaçtı. Kasap arkasından yakalamak için koştuysa da yetişemedi.
Öküz, Mevlânâ'nın babasının mezarı yakınlarına geldi. O esnâda mezarın
başında Mevlânâ Kur'ân-ı kerîm okuyordu. Hâl lisânıyla ona; "Beni bu
kasabın elinden kurtar." dedi. Mevlânâ, öküzün üzerine elini koyup
okşadı; "Üzülme, cenâb-ı Hak her şeye kâdirdir." buyurdu. Bu sırada
kasap, elinde urgan ve bıçak olduğu hâlde soluk soluğa çıkageldi.
Mevlânâ gelen kasaba, öküzün âzâd edilmesini, hürriyetine
kavuşturulmasını istedi. Kasap da Mevlânâ hazretlerinin hatırı için
öküzü âzâd etti. Kasap gidince Mevlânâ, mübârek elini öküzün üzerine
koyup duâ etti ve o günden sonra bir daha o öküzü gören olmadı. Bunun
üzerine Mevlânâ; "Bu öküz, kesilip pişirilecek zamâna gelmiş iken, bizim
tarafımıza gelmek sûretiyle, kesilip parçalanmaktan kurtuldu. İşte
bunun gibi bir insan da, Allahü teâlânın evliyâsına cân u gönülden
teslim olup emirlerine uygun yaşar, ona talebe olursa, kıyâmet gününde
Cehennem'e götüren meleklerin elinden kurtulur." buyurdu.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder